Çocuklarımıza masallar anlatırız, büyüdüklerinde ne olacaklarını sorarız. Onların güzel bir hayatları, harika eşleri ve çocukları olmasını arzu ederiz. Bekleriz o günün gelip çatmasını…Adeta bir rüya gibi, kulağa tanıdık geldi mi?
Ve o gün gelip çattığında her şeyin kusursuz olmasını isteriz. Mükemmel bir dokunuş, harika bir hikâye ile taçlanacak, adeta herkes mest olacak. Hayallerimiz, rüyalarımız hepsi çocuklarımızın geleceği içindir. Belki kendi sıkıntılarımızı çekmelerini istemeyiz, belki de hayat boyu onlara yüklediğimiz sıfatlardan azade kendi yaşantılarına adım atmalarını isteriz. Sanki yıllarca sorumluluk, vazife ve kendi amaçlarımızı yüklediğimiz çocuklarımız değilmiş gibi… İyi bir ebeveyn olmak için çabalarımızdan ve fedakârlıklarımızdan bahsetmiyorum bile…Hazırladığımız, paketlediğimiz o geleceği… Kimsenin bilmediği ve bilemeyeceği bir gelecek için ne kadar uğraşırız. Sonra evlilik günü gelir çatar, tartışmalardan uzak, mutlu bir geleceğin bizi beklediğine inanırız. Maalesef ki hayat o kadar da toz pembe değildir.
Peki ya bu denklemi tersine çevirseydik? Beklediğimiz kişi kendimiz olsaydık? Kendimizi geliştirmeye adasaydık hayatımızı. Birini değiştirmeye veya kendimizi değiştirmeye değil, uyumlu olmak için çırpınmaya değil, ya kendi bodrum katına attığımız yaralarımız üzerinde çalışsaydık? Çocukluğumuzdaki acı tecrübelerle yüzleşseydik, onları gelişme fırsatı olarak görebilseydik, karşımızdakine de ‘cesur bir sevgi’ sunabilseydik. Peki ya nedir bu cesur sevgi? Cesur sevgi, içsel aile sistemleri teoristi Richard Schwartz’a göre: ‘‘Diğerinin bütün yanlarını kabul etmeyi içerir; çünkü artık diğerini ebeveyn/kurtarıcı/ego yükseltici/koruyucu gibi rollerle kısıtlamaya gerek yoktur.’’
Peki ya gerçekten böyle midir çoğu evlilik? Karşımızdakini öncelikle ilahlaştırırız adeta, sevgiye boğarız ama bu cesur bir sevgi değildir. Evlenmek isteriz peki ya niçin? Çoğu zaman kendi ‘evimizde’ mutlu değilizdir, ya da mutluysak bile daha da mutlu olabileceğimizi düşünür dururuz. Bir Amerikan Rüyası ile kuşatılmışızdır aslında, nereye dönüp baksak mutlu çiftler, mutlu resimler… Peki bu insanların mutlu olup olmadığı değil de mutlu olmalarının önemi olmadığını söyleseydim ne derdiniz? İnsanlar ‘uyumlu’, ‘mutlu’ ve ‘başarılı’ bir evlilik inşa etmek adına kendilerini adeta parçalıyorlar. Ama konu kendilerine geldiğinde dönüp aynaya bakma cesaretini gösteremiyorlar. Kendi sevgileri kusursuz, ama kendilerini sevmiyorlar. Çünkü kendi yaralarını sarmıyorlar ve partnerlerinden de yaralarını sarmalarını beklediklerinde çeşitli sorunlarla karşılaşıyorlar örneğin reddedilme, inkâr ve savunma…
Kendi yaralarını sarmadan, kendini sevmeden başkasını cesurca sevemezsin ki… Keşke söyleseydi biri bize bunu büyürken de dediğinizi duyar gibiyim. Ama yaşımız kaç olursa olsun sevgi ihtiyacımızı kendimize yönelttiğimizde ve Schwartz’ın da bahsettiği gibi sürgünlerimizle baş etmeyi öğrendiğimizde aslında içimizdeki sevgiye doğru yola çıkarız. Bu kulağa kolay gelmiyor, farkındayım. Ama durumu izah etmek adına farklı yanlarımız olduğunu ve bu farklı yanlarla kendimizi kabul etmemiz ve değişimi sevgi ile sağlayabileceğimizi söyleyebilirim. Modern ilişkilerde partnerimizi suçlarız, sen …’sın, sen …..’sın, oysaki o kişinin de farklı yanları vardır ve tek bir sıfattan ibaret değildir. Ama nafile, kendimizi tanımadan, başkasını da anlamayı bekleyemeyiz ki.
O zaman sana bir soru:
Bugün kendi sürgünlerini anlamak için neler yaptın?
Onları yani sürgünlerini sorun olarak değil de anlamlandırabileceğin bir hikâye olarak inşa edebilmek için çabaladın mı?
Yoksa bir kurtarıcı mı bekliyorsun, kendi içinde bodrum katına attığın acıları fırlatıp atacağın birini mi arıyorsun? Seçim senin… Ama unutma, bu yolda ne yaparsak yapalım, kendimizle barış içinde olmadan cesurca sevemeyiz.
Hadi rüyadan uyan, çünkü artık gerçekler gözünün önünde!
Sevgiyle kalın,
İlayda Tüter
Kaynakça:
Schwartz, R. C. (2025). Beklediğin Kişi Sensin: İçsel Aile Sistemleri Modelinin Yakın İlişkilere Uygulanması (Z. Babayiğit, Çev.). Okuyan Us Yayınları.