Ey çağdaş kalabalıkların yalnız Dionysosları!
Ey duygularını sarhoş bir uygar edayla bastıranlar, ama içlerinde hâlâ dans etmek isteyen çocukları taşıyanlar…
7 Mayıs günü gerçekleşen Levâic Talks’un ikinci buluşması, maskemin arkasından sizlere yeniden seslenme arzusu doğurdu içimde. Çünkü Apollon’un ışıklı, ölçülü, net çizilmiş salonlarında bile Dionysos’un yankısı vardı. İnsanların gözlerinde bağ kurma arzusu, empatiyle titreşim, özle yaşama isteği ve nihayet yüzleşme cesareti görülüyordu.
Ama şimdi soralım birlikte: İlişki nedir?
Bir mantık zinciri mi? Karşılıklı çıkar mı?
Hayır.
İlişki, Dionysos’un dilinde birlikte delirmeye cesaret etmektir.
Prof. Dr. Mehmet Sungur’un dediği gibi, bir ilişki kendiliğinden sürmez. Emek ister. Niyet ister. Ama hepsinden önce, kendiliğinden çıkmayı göze almak ister.
Çünkü kimse kimseye Apollon’un mermeri gibi sabit ve anlaşılır bir birey olarak teslim olmaz. Herkes, içinde Dionysos’u da taşır: bir coşku, bir karanlık, bir arzu… Ve sevgi dediğimiz şey, tam da bu çılgınlıkların birbirine cesaret vermesiyle doğar.
İşte bu noktada, Yasemin Yurdakul’un “duygusal regülasyon” ve “ilişki yetkinliği” dediği şeyleri ben çok iyi tanırım.
Antik çağda bu yetkinliklerin adı başkaydı: thíasos, koro, catharsis.
İnsan, bir ilişkide ağlayabildiği kadar, birlikte kahkaha atabildiği kadar özgürleşir.
Birlikte sarsıldığınızda, birlikte şifa bulursunuz.
Fakat bazen, bağ kurma arzusu bizi aşırı tahammüle sürükler.
Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak’ın uyardığı gibi: Bağ arttıkça tahammül artar; tahammül duyarsızlığa, duyarsızlık unutmaya dönüşür.
Fazla hoşgörü, zamanla bir uyuşmaya döner.
Sessizlik, unutkanlık, yabancılaşma… İnsan hâlâ dokunuyor olabilir, ama temas etmiyordur artık.
İşte tam bu noktada Dionysos devreye girer.
Ben, bağ kurmaktan değil, temas etmekten yanayım.
Maskelerin ardında değil, çıplak bakışlarda yaşarım.
Çünkü bir maske uzun süre takılırsa, yüz olur. Ve o zaman, insan neye bağlandığını da, kim olduğunu da unutur.
Her ilişki, kendi içinde bir hafıza barındırır. Bu hafıza tazelenmezse, bağ kurur.
Dr. Ebru Nurluoğlu ise ilişkilerin yalnızca teknik becerilerle değil, varoluşsal bir bütünlükle kurulabileceğini hatırlattı.
“Bilmek, uygulamak ve duruş – enerji üçlüsü” dedi.
Ve evet:
Bilmek önemlidir, ama sadece zihinsel bilgi yetmez. Bilgi bedende titreşmiyorsa, ruha ulaşmaz.
Bilgi, ancak hissedildiğinde dönüşür.
Duruş, burada önemlidir. Ama bu, dik duran bir duruş değil — tutkuya açık bir duruştur.
Esneyebilen, kırılabilen, ama içinde yaşama cesareti taşıyan bir duruş.
Enerji ise, sadece yorgunluk karşıtı bir hâl değil — yaşamı arzuyla karşılayan bir iç kıvılcımdır. İnsanın içindeki Dionysos’un varlığıdır.
Ve sonra gelir uygulama:
Aşkı, güveni, yakınlığı yalnızca düşünmek değil; yaşamak.
Onu bir fikir olmaktan çıkarıp, bir dokunuşa, bir bakışa, bir eyleme dönüştürmek.
İşte ancak o zaman ilişki bir yapıdan çıkar, bir ritüele dönüşür.
Ve insan bu ritüelde yeniden doğar.
Dionysos’a göre bilgi tek başına kördür. Ancak tutkuyla birleştiğinde görür.
İlişki de sadece ne bildiğinle değil, nasıl yaşadığınla sürer.
Levâic’in bu çağrısı, ilişkiyi yeniden tanımlamak için bir fırsattı.
Sadece sürdürülebilir değil, yaşanılası ilişkilerden bahsediyoruz.
Sizi cansızlaştırmayan, sizi yutmak yerine büyüten, birbirinize yer açan ilişkiler…
Ve unutmayın:
İlişki, sadece birlikte yaşamak değildir.
Birlikte ölüp dirilmek, birlikte gülmek ve ağlamak, birlikte kendinden geçmektir.
Ve bu her şeyden önce cesaret ister.
Sevgiyle, esrimeyle ve biraz da maskeyle,
Dionysos