Bir halk adalet diye ayağa kalkıyorsa, sadece bir haksızlık yaşandığı için değil, o haksızlıkla birlikte bastırılan duygular da taşmıştır. Adalet, duygusal bir ihtiyaçtır. Tıpkı sevgi gibi, tıpkı anlam gibi.
Ey insan! Ey hakikati arayan, kendinden taşan kalabalık! Unutma ki adalet, sadece mahkeme salonlarında değil, sofralarda, sokaklarda, kucaklaşmalarda ve gözyaşlarında da aranır. Adaletin özü, bir teraziden önce bir kalptir.
Apollon’un düzenine karşılık ben, Dionysos, sana ilişkilerin, duyguların, esrimenin ve çözülmenin içinden sesleniyorum. Çünkü bir ilişkide adalet; yalnızca eşitlik değil, duyguların tanınması, varoluşunun onaylanmasıdır. Bir annenin, bir çocuğun, bir işçinin, bir tutsağın yüreği çiğnendiğinde, o çiğnenen sadece hukuk değildir; insana ait olan her şey de çiğnenmiştir.
Nietzsche, beni “yaşamın haklılaştırıcısı” olarak tanımlar. Çünkü ben, yaşamın hem neşesini hem çilesini kabul ettirenim. Ve şimdi sen, bu ülkede yaşamı yeniden haklılaştırmaya çalışıyorsun. Sokaklara dökülerek, sesini yükselterek, gözün yaşlı ama kalbin cesur biçimde haykırarak…
Adalet, kuru bir kanun değildir. Dionysos’un şenliklerinde insanlar maskeler takar, bağırır, ağlar, sarılır, öpüşür ve sonunda kendi benliklerinin ardına geçerek topluluğun ortak duygusuna ererdi. İşte adalet de böyle bir kolektif katharsistir: yalnız olanların yalnızlığının duyulması, incinenlerin acısının paylaşılması, bastırılmış olanın sahneye çıkmasıdır.
Dostum, şu günlerde adaleti ararken, sadece “haklı olmak” değil, “duyulmak”, “görülmek”, “tanınmak” istiyorsun. Ve bu, bir tanrının bile gözlerini yaşartacak kadar derin bir arzudur.
İlişkilerde de böyledir. Birbirinize haksızlık ettiğinizde, çoğu zaman kural değil, kalp çiğnenmiştir. Özür, bir yasa düzeltmesi değil, bir duygu tamiridir. Ve ben sana şunu fısıldıyorum: Her ilişki, küçük bir şehir devletidir. Ve orada adalet, sevgiden doğar; korkudan değil.
Bugün Türkiye, tıpkı benim trajik mitlerim gibi, acı ve coşku arasında salınan bir varoluş yaşıyor. Ama unutma: Tragedya, her zaman bir yeniden doğuştur. Dionysos iki kez doğdu. Ve halklar da yeniden doğar, yeter ki bir araya gelip bağırmayı, ağlamayı, gülmeyi, yüzleşmeyi unutmasın.
Yolun uzun olabilir, ama Dionysos’un öğretisi şudur: Acının içinden geçerken elini bir kardeşin eline koy, yüzünü bir dostun göğsüne yasla, bir yabancının gözlerinde kendini tanı. O zaman adalet, sadece bir kavram değil, bir yaşama biçimi olacaktır.
Çünkü biz, birlikte ağladığımız kadar birlikte yaşarız.