Adalet duygusunu tetikleyen başlıca psikolojik hisleri sıralıyoruz. Her biri bir tür alarm, bir tür uyanıştır:
Adalet, çoğu zaman dışsal bir mesele gibi görülür: mahkemeler, yasalar, cezalar, hak talepleri… Oysa adalet, önce içeride başlar. Vicdanın kıpırdadığı yerde, insanın iç dengesi sarsıldığında, “bu doğru değil” hissi yükselir. Adalet arayışı sadece politik bir refleks değil; aynı zamanda derin, kişisel ve duygusal bir deneyimdir. (Tyler, 2006).
İçimizdeki bu arayışı ne başlatır? Hangi duygular bizi harekete geçirir? Sessiz kalmaktan ses çıkarmaya, görmezden gelmekten mücadeleye geçişimizi sağlayan o duygusal eşiği nasıl tanırız?
Adalet üzerine konuştuğumuzda çoğu zaman kelimeler hukuka, cezalara, kurumlara yönelir. Oysa adalet dediğimiz şey, her şeyden önce bir hisle başlar. İnsan kalbinin derinliklerinde filizlenen bir sarsıntıyla. Bir şey yanlış geldiğinde, içimizin burkulmasıyla. Biri dışlanırken gözümüzü kaçırmamızla. Sessiz kaldığımızda duyduğumuz o boğuk çınlamayla.
Bu yazı, adaletin dışsal değil, içsel bir uyanış olduğunu hatırlatmak için yazıldı. Çünkü her büyük adalet arayışı, bir duyguya verilmiş dürüst bir cevapla başlar.
- Öfke – “Bu haksızlık!”
Öfke, adalet duygusunun en güçlü nöropsikolojik tetikleyicilerinden biridir. Adaletsizlik karşısında ortaya çıkan bu temel duygu, sosyal normlara verilen tepkilerde önemli bir rol oynar (Molho, Tybur, Van Lange, & Balliet, 2017). Adalet ihlal edildiğinde —ister bize yapılsın, ister bir başkasına— içimizde derin bir koruma refleksi harekete geçer. Bu bazen yüksek sesle bir itiraz, bazense içten içe yükselen bir kabarış şeklinde kendini gösterir.
Öfke, sadece yıkıma değil; yeniden inşa etmeye de hizmet eden güçlü bir enerjidir.
Çoğu zaman olumsuz bir duygu olarak tanımlansa da, aslında adaletsizliğin en erken habercisidir. İç dünyamızda bir şeyin yerinden oynadığını, ihlal edildiğini, bozulduğunu haber verir. Öfke geldiğinde bedenimiz tepki verir: vücut ısınır, eller titrer, kalp atışları hızlanır. Sanki içeriden biri sessizce, “Buna kayıtsız kalma,” der.
Bir çocuğun haksız yere azarlanmasına tanıklık
settiğimizde ya da yaşlı bir kadının göz göre göre görmezden gelindiğini gördüğümüzde çalan o görünmez alarm, aslında içimizdeki adalet duygusunun sesidir.
- Suçluluk – “Bir şey yapmalıydım.”
Bir haksızlığa tanıklık edip hiçbir şey yapmadığımızda, içimizde suçluluk belirir.
Bu duygu, kişinin içsel etik sistemiyle dış dünyadaki eylemsizliği arasındaki çatışmadan doğar. Suçluluk, sosyal bağları güçlendiren ve kişinin etik değerlere geri dönmesini sağlayan moral bir düzeltici rol üstlenir (Tangney, Stuewig, & Mashek, 2007). Zihnimiz unutmaya çalışsa da beden unutmamış gibidir; bazen uykuda, bazen bir sohbetin tam ortasında kendini yeniden hatırlatır.
Suçluluk, sessiz tanıkların duygusudur. Bir anlık tereddüt, korkudan geri çekiliş… Dışarıdan görünmeyen ama içimizde yankılanan bir iç çatışmadır bu. Suçluluk bastırıldığında utanca dönüşebilir; fark edildiğinde ise sorumluluğa evrilir. Bu duygu, içsel değerlerle dış davranışlarımız arasındaki uyumsuzluğu işaret eder. Ve bazen içimizde şöyle bir cümleyle başlar: “Ben aslında başka biri olmak istiyordum.”
Suçluluk bizi geriye değil, derine çağırır. “Sen kimsin?” diye sorar. Ve eğer bu soruya kulak verirsek, suçluluk zamanla yerini sorumluluğa bırakır.
- Utanç – “Ben sustum.”
Bazen tanıklığımız sessizdir. Görürüz ama müdahale edemeyiz. Ve tam da o anlarda, yüzeye çıkan duygunun adı çoğu zaman utançtır. Özellikle otorite karşısında sessiz kaldığımızda beliren bu duygu, ahlaki cesaretin gelişiminde önemli bir eşiği temsil eder. Utanç, yalnızca davranış değil, benlik algısıyla da ilişkilidir; bireyin kendini nasıl tanımladığına dair içsel bir sarsıntıdır (Tangney et al., 2007).Utanç, suçluluktan daha derinlere kök salar.Sadece “bir şey yapmadım” demekle kalmaz; bunun ötesine geçerek “ben galiba böyle biriyim” gibi öz benliğe dair bir tanım sunar. Yüz kızarır, bakışlar kaçar, kişi içe kapanır. Çoğu zaman edilgenliğin ardından gelir: otoritenin karşısında başımızı eğdiğimizde, kalabalığın sessizliğine uyum sağladığımızda…Ama utanç, içinde büyük bir dönüşüm potansiyeli barındırır. Çünkü utanç, kendimizi yeniden tanımlayabileceğimiz bir eşiğe götürür bizi. “Artık böyle biri olmak istemiyorum.”diyebilmek, işte bu duyguyla başlar.
Adaletin dili, bazen utançla kurulur. Çünkü utanç, hakikate ilk dokunuştur.
- Empati – “Ya o ben olsaydım?”
Empati sadece bir duygu değil; adaletin en insani dayanaklarından biridir. Başkasının yaşadığını kendi içimizde hissedebildiğimizde, adaletin yalnızca ilkesel değil, aynı zamanda derinlemesine ilişkisel bir mesele olduğunu fark ederiz. Başkasının yaşadığı haksızlığı hissetmek, adaletin bireysel değil, ilişkisel bir değer olduğunu gösterir (Batson & Ahmad, 2009). Empati, aynı zamanda moral davranışların temelini oluşturan nörobiyolojik bir sürece dayanır (Zaki & Ochsner, 2012). Empati, vicdanı harekete geçirir. Artık mesele “onun hakkı” değil, “bizim hakkımız”dır. Çünkü empati, sadece anlamak değil; bağ kurmaktır. Empati, adaletin en yumuşak ama en derin köküdür. Birinin gözyaşını, kendi kalbinde hissedebilmektir. Bir adaletsizlik doğrudan bizi etkilemese de, bizde karşılık bulmasıdır. Çünkü gerçek empati, mesafe tanımaz. Empati, bizi sadece başkasının yerine koymaz; onunla yan yana yürümeye çağırır. Böyle anlarda adalet, soyut bir ilke olmaktan çıkar; canlı, hissedilir ve ortak bir sorumluluğa dönüşür.
“O” ile “ben” arasındaki sınır silinir. Adalet artık yalnızca kişisel bir hak arayışı değil; insani bir zorunluluktur. Ve bu zorunlulukla şekillenen bir adalet anlayışı, sadece başkalarının hakkını değil, kendi içimizdeki vicdanı da büyütür ve güçlendirir.
- Adaletsizlik Hissi (Moral Outrage) – “Bu doğru değil.”
Bazen ortada somut bir neden olmasa da içimizde bir alarm çalar.
Bu duygu, adaletin soyut boyutuyla ilgilidir. Bu duygu, sosyal adaletin dinamiklerini harekete geçiren temel motorlardan biridir (Skitka & Mullen, 2002).Aklımız tam olarak anlamlandıramasa da, kalbimiz bir şeylerin doğru olmadığını hisseder. Bu his, “moral outrage” yani ahlaki öfke olarak tanımlanır; kolektif vicdanın uyanış anıdır.
Çoğu zaman ortada belirgin bir mağdur yoktur, net bir yanlış da görünmeyebilir. Ama yine de içimizde açıklayamadığımız bir huzursuzluk yükselir. Gördüğümüz şey doğrudur diyemeyiz, ama yanlış olduğunu da inkâr edemeyiz. Sözcüklere dökülemeyen bu içsel titreşim, aslında toplumsal vicdanın harekete geçtiği andır.
Moral outrage, kolektif vicdanın sessiz titreşimidir. Toplumda birçok kişinin aynı anda “Bir şeyler yolunda değil ama tam olarak ne olduğunu bilmiyorum” dediği anlarda belirir. Ve tam da bu duygu, büyük sosyal dönüşümlerin kıvılcımıdır. Sessizlikten, kitlesel harekete giden ilk adım genellikle buradan başlar.
- Yabancılaşma – “Bu düzende yerim yok.”
Adil olmayan bir düzende yaşamak yalnızca öfkeye değil; derin bir anlamsızlık hissine de yol açar. Kendini sistem dışında ve görülmez hisseden birey, zamanla derin bir yabancılaşma yaşar (Darley & Pittman, 2003). Birey, kendini dışlanmış, görünmez ya da önemsiz hissedebilir. Bu yalnızlık hali, zamanla kişiyi kendi içinde büyük bir sorgulamaya götürür: “Ben nasıl bir dünyada yaşamak istiyorum?” Yabancılaşma, bu sorgulamanın başlangıç noktasıdır.
Adalet sadece başkalarının yaşadığı haksızlıklarla ilgili değildir; sistemin sana verdiği yerle de doğrudan bağlantılıdır. Eğer bir kişi sürekli dışlanıyor, görülmüyor, sesini duyuramıyorsa — bu zamanla onun psikolojisinde derin bir yabancılaşma yaratır. İnsan, kendini ait hissetmemeye başlar. Ne zaman konuşsa anlamayan gözlerle karşılaşır. Ne zaman hakkını savunsa, “abartıyorsun” denir. Ve bir noktada içinden şu cümle dökülür: “Bu sistem bana göre değil. Burada adalet yok.” İşte bu kırılma anı, bazen radikal adalet arayışlarının başlangıcıdır. Çünkü yabancılaşma, pasif bir kabulleniş değil; içten içe filizlenen bir değişim arzusudur. Bireyi önce kendisiyle, sonra da sistemle yeniden hesaplaşmaya çağırır.
İçimizde Başlayan Arayış
Tüm bu duyguların ortak bir yönü var: hareket ettirici olmaları. Bizi koltuğumuzdan kaldıran, ses çıkarmaya zorlayan, sustuğumuz için uykumuzu kaçıran bir şey… İşte bu, adalet duygusudur. “Adalet bir fikir değil, bir sezgidir. Ve sezgilerimize kulak vermeyi öğrendiğimizde, sadece daha adil değil — daha insan oluruz.”
Bu duygular birbirinden ayrı değildir; çoğu zaman iç içe geçer. Adaletsizliğe duyulan öfke, zamanla utanca; empati, aktif eyleme; suçluluk ise içsel dönüşüme evrilebilir. Adaletin psikolojisi, aslında insan olmanın en incelikli yönlerinden biridir. Çünkü adil olmak, sadece doğruyu bilmek değil; doğruyu hissetmek, doğruyu seçmek ve bazen de bedelini göze almak demektir. Ve belki de en önemli soru şudur:
Bu duygular sende ne zaman harekete geçiyor? Ve o an sen ne yapıyorsun?
İçsel adalet olmadan dışsal bir düzen kurulamaz. Belki de adil bir dünya, önce duygularımıza dürüstlükle yaklaşmakla başlar.
Kaynakça
Batson, C. D., & Ahmad, N. Y. (2009). Using empathy to improve intergroup attitudes and relations. Social Issues and Policy Review, 3(1), 141–177. https://doi.org/10.1111/j.1751-2409.2009.01013.x
Darley, J. M., & Pittman, T. S. (2003). The psychology of compensatory and retributive justice. In D. M. Mackie & E. R. Smith (Eds.), From prejudice to intergroup emotions: Differentiated reactions to social groups (pp. 293–313). Psychology Press.
Haidt, J. (2001). The emotional dog and its rational tail: A social intuitionist approach to moral judgment. Psychological Review, 108(4), 814–834. https://doi.org/10.1037/0033-295X.108.4.814
Molho, C., Tybur, J. M., Van Lange, P. A. M., & Balliet, D. (2017). Direct and indirect punishment of norm violations in daily life. Nature Communications, 8, 15403. https://doi.org/10.1038/ncomms15403
Skitka, L. J., & Mullen, E. (2002). Understanding moral outrage. The Psychology of Justice and Legitimacy, 291–310. https://doi.org/10.1037/10459-012
Tangney, J. P., Stuewig, J., & Mashek, D. J. (2007). Moral emotions and moral behavior. Annual Review of Psychology, 58, 345–372. https://doi.org/10.1146/annurev.psych.56.091103.070145
Tyler, T. R. (2006). Why people obey the law (2nd ed.). Princeton University Press
Zaki, J., & Ochsner, K. N. (2012). The neuroscience of empathy: Progress, pitfalls and promise. Nature Neuroscience, 15(5), 675–680. https://doi.org/10.1038/nn.3085